Yaşamak için evde kalmak, evde kalırken yaşayabilmek: Pandemide de kadınları mücadele kurtaracak

Pandemide içine kapandığımız evler, öldürülen kadınların %75’inin cinayet mahalli. Türkiye’de koronavirüs kapsamında alınan hatalı ‘önlemler’ kadınlar ve çocukların yaşamlarını ellerinden alıyor. Mor Çatı’nın raporu bize neler söylüyor? Kadınlar Birlikte Güçlü bu süreci nasıl yürütecek?

Şeriban Alkış
5 min readNov 19, 2020

“Ablamı duvara asarak hortumla dövdü. Anneniz eve geldi mi, diye sorup ablamı ve beni dövdü. Sonra beni ve kardeşimi alıp annemin evinin önüne getirdi.”

Bu sözler yedi yaşındaki bir çocuğun, kendisinden iki yaş büyük olan ablası Ceylan’ın nasıl öldürüldüğünü anlatan sözleri. Eşine şiddet uyguladığı için cezaevinde bulunan ancak kısa bir süre önce tahliye edilen Müslüm Aslan, dokuz yaşındaki kızı Ceylan’ı işkence ile öldürdü.

Kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet haberlerinin azalmadığı Türkiye’de bu can yakıcı cinayet, geçen hafta TBMM’de yasalaşan infaz yasası ile birlikte sık sık anılıyor.

Kamuoyunda cezaevlerinde koronavirüs önlemleri kapsamında hazırlandığı şeklinde geniş yer bulan ancak AKP ve MHP grubunun bir yıldır üzerinde ortak çalıştığını belirttiği ceza infaz yasası ile 90 bin kişi cezaevlerinden tahliye edildi.

“Korona gibi ölümcül bir hastalık karşısında herkesin yaşama hakkı vardır ama serbest bırakılan katiller karşısında biz ne yapacağız?”

Bu haklı ve sonuçları bakımından tedirgin edici soru, Benazir Coşkun’un sesli mesajında kadınların yaşam hakkının her dönemde olduğu gibi infaz yasası sürecinde de görmezden gelindiğinin bir ifadesi oldu. “Koronada da Kadınlar Birlikte Güçlü” kampanyası için görüştüğümüz feminist aktivist Benazir, “Devlet yalnızca bir kesimi gözetti, diğerlerini ölümle baş başa bıraktı.” diyerek de somut durumun altını bir kez daha çizmiş oldu.

Kadınlar Birlikte Güçlü platformundan Benazir Coşkun (Fotoğraf: Benazir Coşkun’un kişisel arşivi)

“Kadına yönelik şiddet kapsamında tutuklanan ve şimdi de serbest bırakılacak olanların tekrar böyle bir şiddet uygulayıp uygulamayacağından nasıl emin olabiliriz ki?”

Benazir, henüz dokuz yaşındaki Ceylan Aslan, babası tarafından öldürülmeden önce bu soruyu sormuştu. Müslüm Aslan geçen hafta onaylanan infaz yasası kapsamında tahliye edilmemiş olsa bile, tahliyelerin nasıl sonuçlara yol açabileceğini dehşet verici bir deneyimle göstermiş oldu.

“İstanbul Sözleşmesi’nin infaz yasasına dair de hükmü var”

Sürecin en doğru şekilde nasıl yürütüleceğine dair olması gerekenin “Acil önlem planının hazırlanması ve gerekli önlemler peyderpey alındıktan sonra tahliyelerin yapılması gerekiyordu.” şeklinde belirten Benazir, İstanbul Sözleşmesi’ne işaret ediyor.

Türkiye’nin de taraf olduğu ve yıllardır hükümet çevreleri tarafından “Türk aile yapısını bozduğu” gerekçesiyle fesh edilmesi istenen, tam adı “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan İstanbul Sözleşmesi’nin “Koruma Tedbirleri” başlıklı 56. maddesinin ilgili hükmü şu şekilde: “mağdurun en azından kendisinin veya ailesinin tehlikede olabileceği durumlarda, failin kaçması veya geçici veya kesin olarak serbest bırakılması halinde mağdurun bilgilendirilmesini sağlamak”.

İstanbul Sözleşmesi’nin diğer hükümlerine uyulmadığı gibi bu bilgilendirme süreçlerinin de yapılmadığı kadın örgütleri tarafından sık sık dile getiriliyor.

Cezaevlerinden binlerce şiddet failinin tahliye edildiği bu koşullar altında, kadınlar bir de pandemi sürecindeki şiddet sarmalından, adeta kendi başının çaresine bakarak sıyrılmaya çalışıyor.

Polis, kadınları şiddet gördüğü evlere göndermeye devam ediyor

1990 yılından beri kadına yönelik şiddetle feminist yöntemlere dayalı olarak mücadele yürüten Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, hazırladıkları “Korona Sürecince Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele İzleme Raporu”nda, Türkiye’deki koronavirüs sürecinde kadına yönelik şiddetle mücadele mekanizmalarında ciddi aksaklıklar gözlemlediklerini belirtiyor. Rapora göre şiddete maruz bırakılan kadınlar, sığınak talepleri için ilk başvurdukları kolluk birimlerinde salgın bahane edilerek caydırıcı ifadelerle evlerine gönderiliyor. Pandemi öncesinde de polislerin “biz bir şey yapamayız” diyerek kadınları evlere geri göndermeye ve barışmaya yönelttiği, Türkiye’de kadına yönelik şiddeti kendisine dert edinmiş herkes tarafından bilinen bir mesele. Şimdi bu eve gönderilme hali “Virüs var, her gün 15 kişi geliyor, kimin ne olduğunu bilmiyoruz, uzak dur, şikayetten vazgeç, evine git veya arkadaşına git, sığınaklar daha kötü” şeklinde yapılmaya çalışılıyor.

Kadına yönelik şiddetin önlenme mekanizmalarının zayıflığına ve daha güçlü bir şekilde kurulması gerektiğine işaret eden Kadınlar Birlikte Güçlü platformu da, pandemi sürecinde kadınların taleplerini işleyen bir kampanya süreci içerisinde.

Benazir, bir yılda 400 kadının öldürüldüğü, “normal” zamanlarda da Türkiye’de yükselen erkek egemenliğine ve kadınların kazanılmış haklarına yönelik saldırılara karşı ortak bir mücadele zemini olarak kurgulanan Kadınlar Birlikte Güçlü platformunun bir araya gelişini, “adeta zorunlu bir birliktelik” olarak tanımlıyor.

Benazir “Koronanın ilk 20 gününde 21 kadın erkek şiddetiyle elimizden alındı” diyerek kampanya sürecinin ilk aşamasında 175 kadın örgütü, LGBTİ+ ve feminist örgütün talepleri ile oluşan metni yazdıklarını belirtiyor.

Evde kalan, çalışmak zorunda olduğu için evde kalamayan, işinden olan, kalacak evi olmayan, evde kalsa da güvende olmayan, evini bırakıp buraya iltica etmiş olan, yasal statüsü olmayan, LGBTİ+ kimliğinden veya yöneliminden dolayı evde baskı gören, ev işlerinden çıldıran, evinin kirasını ödeyemeyen, evdeki herkese bakması beklenen, yalnızlaşan, bazen de tam tersi evdeki kalabalıktan nefes alacak yer bulamayan tüm kadınlar için altı ana başlıktan oluşan talepler metni hazırlanmış.

Kampanya sürecini sosyal medya üzerinden yürüteceklerini belirten Benazir, kampanya ile hedeflediklerinin “ilk elden kadınlara seslenip yalnız olmadıklarını ve dayanışmayı hatırlatmak”, daha sonra ise “yapmak zorunda oldukları şeyleri hükümete anlatmak” olduğunu söylüyor.

Hükümete anlatılacaklar kısmında zorunlu olmayan tüm üretimlerin durdurulması, üretimi durdurulan alanlarda ücretli izin uygulamasının olması, seks işçileri ve göçmenler de dahil olmak üzere güvencesiz çalışanların en azından pandemi süreci bitene kadar temel ihtiyaçlarının karşılanması, ev işlerinin yalnızca kadın işi olmadığının yöneticiler tarafından eşitliği önceleyen bir bakış açısıyla toplumda yaygınlaştırılması, kadınların en önemli güvencesi olan 6284 sayılı kanunun erkek şiddetinin arttığı bu dönemde daha etkili uygulanması, kadına yönelik şiddetle ilgili acil bir hat oluşturulması gibi oldukça kapsamlı ve şeffaf bir şekilde yürütülmesi gereken adımlar bulunuyor.

“Bu süreci her hafta bir mücadele başlığını detaylı olarak ele alıp bunların yol ve yöntemlerini konuştuğumuz bir ağ ile yürüteceğiz. #morpazartesi ile sosyal medyadan başlattığımız bu sürecin ilk haftasında sağlık çalışanı kadınlar için, ikinci hafta boyunca #evdeşiddetvar şeklinde çalışmalarımız oldu. Önümüzdeki hafta boyunca da ev içi emek sömürüsüne dair detaylı çalışmalarımız olacak.”

şeklinde kampanya takvimini paylaşan Benazir, kampanyanın ikinci ayağında da dünyadaki diğer kadınlarla buluşabilmenin ve bu hareketlerin nasıl sürdürülebilir kılınacağına dair tartışmalar yürüttüklerini ekliyor.

Karantina günlerinde kadınların başvurabilecekleri mekanizmaların sınırlandırılmasıyla kadınların ev içi şiddetten uzaklaşmasının zorlaştırıldığı; cezaevlerinden binlerce şiddet failinin tahliye edildiği ve bunun sonuçlarının kendisini, çocukların ve kadınların yaşamı pahasına gösterdiği bugünlerde devletin herhangi bir acil önlem planı hazırlamasını bırakalım, yarattığı bağlamla kadınlara bu şiddeti adeta reva görmesi kaygı verici. Kadınların ve çocukların bu süreçten de sağ salim çıkabilmelerinin tek yolu, yılların mücadelesiyle kazanılmış hakların uygulamaya konmasıyla mümkün olacak gibi görünüyor.

Arşiv-23 Nisan 2020

--

--

Şeriban Alkış

Freelance journalist/video journalist, Sociology student at Marmara University