Ece Temelkuran: “Sağ dalganın sahipleri ile açlar karşı karşıya gelince karnavalesk protestolar yerine sert çatışmalar göreceğiz”

İlerici Enternasyonal’i, güvencesizliği, demokrasinin krizini ve siyasette yeni yaklaşımları gazeteci ve yazar Ece Temelkuran ile konuştuk.

Şeriban Alkış
6 min readJan 11, 2021

2020 küresel eşitsizliklerin derinleştiği, güvencesizliğin arttığı, sağ dalganın koruduğu çıkarların yükselişte olduğu bir yıl olsa da aynı zamanda küresel düzeyde zincirleme ayaklanmalar dönemine giriş yılı da oldu. Tekil düzeylerde gelişen eylemlerin kalıcı bir örgütlülüğe dönüşmesinin adımları hem Türkiye’de hem dünyada atılmaya devam ediyor.

Bu adımlardan biri de geçtiğimiz eylül ayında kuruluşunu bir zirveyle duyuran, dünyanın ilerici güçlerini birleştirme, örgütleme ve harekete geçirme misyonuyla yola çıkan İlerici Enternasyonal oldu.

İlerici Enternasyonal’in 31 ülkeden 50’yi aşkın danışmanı arasında Türkiye’den yazar Ece Temelkuran ve Halkların Demokratik Partisi Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü yer alıyor.

Uluslararası basın kuruluşlarında gazetecilik de yapan Ece Temelkuran’ın, bir diktatörün iktidarını sağlamlaştırması için yapması gereken yedi şeyi ve demokrasileri korumak için neler yapılması gerektiğini anlattığı “How to Lose a Country” (Bir Ülke Nasıl Kaybedilir?) kitabı onlarca dile çevrilmesine rağmen Türkçede yayımlanmadı. Temelkuran, bu ay yayımlanan Bu da Geçer isimli deneme kitabıyla Türkçe okurlarıyla buluşacak.

İlerici Enternasyonal’i, güvencesizliği, demokrasinin krizini ve siyasette yeni yaklaşımları konuşmak için Ece Temelkuran’a bağlanıyoruz.

Cambridge Üniversitesi’nin ekim ayında yayımladığı bir araştırma sonucuna göre milenyum kuşağı demokrasiden memnun olmayan ilk kuşak. Özellikle seçime dayalı demokrasiler birçok ülkede saygınlığını yitiriyor, demokrasinin krizi uzun yıllardır çözülemiyor. Burada işaret edilen yer kurumların geri kazanılması mücadelesi oluyor genelde. Ama demokrasi yalnızca kurumların işleyişi mi ki? Eşitsizliği hedeflemeyen, adaleti merkezine almayan, içi boş, yalnızca siyasi elitlere hitap eden bir şey olmaktan çıkaran gerçek bir demokrasi nasıl kazanılır?

Gençlerin demokrasiye inancının kalmamasından daha doğal bir şey olamaz. Bu, sadece gençlerin meselesi de değil üstelik. Özellikle 1970’lerde serbest piyasa ekonomisiyle yaşayan ülkelerde demokrasinin temel sözleşmesi kapitalizmin temel sözleşmesine kurban edildi. Üstelik kapitalizmin iki büyük sözünü tutmaya niyetli olmadığını herkes gördü: birincisi trickle down (yukarıdan aşağıya dağılım) ekonomisi, ikincisi yurttaşların hukuk önünde ve siyasette eşitliği. Birincisi zaten malum, giderek korkunçlaşan ekonomik ve sosyal eşitsizlik. İkinci sözün de Irak işgali sırasında kesin olarak tutulmayacağı ortaya çıktı. Hatırlarsanız bütün dünyada “Savaşa hayır” denirken “dünyanın en güçlü demokrasileri” birleşerek Bağdat’ı bombalamaya başladılar. Bugün yirmili yaşlarına yaklaşanlar, insanın kıymetinin piyasa ederine göre belirlendiği bu sistemde demokrasilerin bir tiyatrodan ibaret olduğunu öğrenerek büyüdü. Fakat yine de inanılmazlar. Çünkü insana inançsızlığın her gün daha da büyüdüğü bu dünyada genç insanlar yeni bir dünyayı kurmak için uğraşıyorlar. Gerçek bir demokrasi elbette ekonomik ve toplumsal adalet sağlanarak kazanılır. Bugünkü demokrasi taklidinin içler acısı hali toplumsal adalete yönelik amansız saldırıların sonucudur zaten.

2019 ve 2020’nin başında yaşamsal ihtiyaçlara dair küresel diyebileceğimiz toplumsal ayaklanma süreçleri yaşandı. Tabii pandemi bu süreci etkiledi, hareketler büyük oranda sokakta olmaya ara verdi ama aynı zamanda pandemi dünyanın birçok yerinde yaşanan sorunların ortaklığına ve iç içe geçmişliğine de işaret etmiş oldu. Kısacası yaşamsal çelişkilerin aynılaşması pratiği de ortaklaştırır mı?

İnsanlar pandemiye rağmen insanlık onuru için sokağa çıktılar. Bu bence birkaç kez altı çizilmesi gereken bir gerçek. Ölüm korkusunu yenen bir talepten söz ediyoruz. Bu talep zaten ortaktır ama düşmanın ortaklaştırılması gerekiyor. Mesele bu zaten. Dünyayı siyasetçiler yönetmiyor, bunu biliyoruz. Çokuluslu tekeller çok yakında hedef tahtasına küresel olarak oturacak gibi geliyor bana. O zaman zaten işler daha da sertleşecek. Dünyada yükselen sağ dalganın koruduğu çıkarların asıl sahipleri ile açlar karşı karşıya gelince eskisi gibi karnavalesk protestolar yerine sert çatışmalar göreceğiz diye tahmin ediyorum.

“Enternasyonel’e örgütlü işçi hareketleri eklemlendikçe insan umutlanıyor”

İlerici enternasyonel nasıl bir ihtiyaçtan ortaya çıktı? Otoriter rejimlere, devasa gelir ve servet eşitsizliklerine karşı biriken bir enerji olduğu tahlil ediliyor. Bu biriken enerjiyi bir güce dönüştürme hedefi var mı? Bir kuruculuk iddiası mı yoksa itiraz mı?

İlerici Enternasyonel sizin de söz ettiğiniz enerjiyi örgütlemek için yola çıktı. Ama elbette bu çok büyük bir iddia ve ben Enternasyonel’in çok küçük bir parçayım. Doğrusunu isterseniz dünyanın bugününde, yaşanacak büyük kırılmada sözün ne kadar etkili olacağından da emin değilim. Hep birlikte göreceğiz bilginin ve sözün bu büyük kırılmada yeri olup olmayacağını. Ama Enternasyonel’e örgütlü işçi hareketleri eklemlendikçe insan elbette umutlanıyor.

Türkiye’de çeşitli paradokslar barındıran ilericilik gericilik tartışmaları üzerinden soruyorum bu soruyu. Ne anlamalıyız ilericilik kavramından?

İlericilik kavramı benim için ahlâkın bir üst katında yaşayan estetik meselesiyle ilgili. İnsanın olabileceği en güzel halini gerçekleştirmeye yönelik çaba, bu çaba için edilmiş her söz ilericidir benim için. Ben burada onur meselesinin merkezi olduğunu düşünüyorum. Var olan toplumsal sınıfları kesme, ilerici enerjiyi örgütleme ihtimali olan en güçlü sözcük bu gibi geliyor bana. İlericilik, insanlık onurunu gerçekleştirme kararı ise elbette Enternasyonel’in burada bir payı ve sorumluluğu olacaktır.

Kapitalizm sonrası bir dünya için nasıl bir örgütlenme, nasıl bir politik iradeye ihtiyaç var sizce?

Bu büyük bir soru. Cevabını yeni gelişen politik hareketlerden alacağımızı düşünüyorum. Çünkü bugünün siyasi hareketleri zor bir şey istiyorlar; lidersiz bir hareket, bireyin örgütte erimemesi gibi meseleleri var. Üstelik güç kavramının kendisiyle meseleleri var. Bir dünya kurmak istiyorlar ama o dünyayı yönetmek gibi bir ihtirasları yok. Bu, işleri biraz zorlaştırıyor. Gücün olmadığı bir örgütlenme olabilir mi? Bu, binlerce yıllık insanlık tarihini yeniden yazma isteğidir. Kapitalizm sonrası, bu kadar karmaşık ihtiyaçları olan ve bu kadar kalabalık bir dünyayı nasıl örgütleyeceğiz sorusu “Güç ne olmalı?” sorusuyla ilgili.

“Politika çoğalma meselesidir, eğer azalıyorsak niyetlerimizi gözden geçirmek gerekir”

Yakın zamanda Amazon çalışanları, Amazon’a karşı bir kampanya başlattılar. Pandemi sürecinde internet üzerinden alışverişlerde yaşanan patlama nedeniyle Amazon kurucusu Jeff Bezos’un daha da zenginleşmesine dair İlerici Enternasyonel’in “Jeff Bezos bugün tüm Amazon çalışanlarına 105 bin dolar ödese, serveti koronavirüs salgını başladığındaki miktarına ancak geriler” vurgusu önemliydi. Pandemiyle birlikte derinleşen yoksulluğa ve artık kronik bir hal alan güvencesizliğe karşı çözüm ne olmalıdır? Güvencesizlik, belirsizlik, geleceksizlik artık sürdürülemez bir halde çünkü özellikle gençler açısından. Güvence mücadelesi solun/ilerici güçlerin daha çok gündeminde olmalı mı?

Cevabı sorunun içinde olmuş. Eh, elbette. Önümüzdeki yıllardaki meselemiz şu olacak: İyice öğrendiğimiz kimlik siyaseti ile ekonomik ve sosyal taleplere dair mücadeleler nasıl birleşecek? Bu yılın sonunda bu mesele yakıcı bir şekilde dünya gündemine gelecek ister istemez. Ben Hindistan’a bakmanızı öneririm. Geçtiğimiz aylarda dünya tarihinin en büyük işçi hareketi oldu, haftalarca sürdü ve neredeyse hiçbir büyük basın kuruluşu bundan ciddiyetle bahsetmedi. Demem o ki zaten olmakta olan oluyor. Bazı şeyleri biz görmüyor olabiliriz.

İlerici Enternayonal’in zirvesinde yaptığınız konuşmaya dair bir soru sormak istiyorum. “Çok fazla solcu bir araya geldiğinde bazen tartışmalar çok hararetli oluyor ve neden bir araya geldiğimizi unutmak kolaylaşıyor.” diyorsunuz

Aynı zamanda umudun da bir kararlılık meselesi olduğundan bahsediyorsunuz. Bunları biraz daha açar mısınız?

Açmaya gerek var mı? Birbirimizi yormayalım demek istiyorum. Siyaseti bu kadar iyi bilenlerin politika yapmaya bu kadar yabancı olması bana hep garip gelmiştir. Politika bir pazarlıklar silsilesidir, bir koalisyon kurma becerisidir. Azalmak değil çoğalmaktır mesele. Eğer azalıyorsak dönüp sözlerimizi, niyetlerimizi bir daha gözden geçirmek gerekir.

“Önümüzdeki yıllarda öne çıkacak siyasi hareketler yeni örgütlenme biçimleri için feminist örgütlenme modellerine bakacaklar”

Sosyal medya hakkında ne düşünüyorsunuz? Duygusal tepkilerin daha çok yapıldığı bir yer. Muazzam imkânlar sunabiliyor bazen ama sosyal medyadaki bu duygusal tepkiler öfkeyi biraz sönümlendiriyor sanki, verilebilecek güçlü bir tepkiyi güçsüzleştiriyor.

Sosyal medya henüz hukuku oluşmamış bir alan. Vahşi bir orman gibi düşünün. Dolayısıyla güçlü olan güçsüz olanı yok edebiliyor, çiğ çiğ yiyebiliyor. Bu iletişim alanı bizim neler söylediğimizi, nasıl söylediğimizi de doğal olarak belirliyor. Yani birkaç büyük şirketin bize açtığı iletişim alanında yer alarak bir yandan da dönüşüyoruz. Politika da buna göre biçimleniyor. Sosyal medyanın meselesi şu: Kimin sözü önemli? Önem hangi noktada oluşuyor? Sözün iktidarına sahip olanların iktidarını alaşağı ediyor olabilir ama yerine koyduğu şimdilik daha iyi bir şey değil.

Güçlü bir tepki deyince dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kadın hareketlerine ve feminist hareketlere gözler çevriliyor. Patriyarkaya karşı, onun bütün kurum ve değerlerine karşı kararlı bir mücadele var. Ve belki de enternasyonel olmaya en yakın politik dinamik feministlerden oluşuyor. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? İlerici Enternasyonal’in veya diğer sol hareketlerin feminist hareketten öğreneceği, cesaret alacağı şeyler olduğunu düşünüyor musunuz?

Hem de nasıl! Hatta şunu söyleyeyim, önümüzdeki yıllarda öne çıkacak siyasi hareketler yeni örgütlenme biçimleri için feminist örgütlenme modellerine bakacaklar. 1970’lerde dünyada ve 80’lerde Türkiye’de bu konuda çok deneyim ve bilgi biriktirildi. Tekrar oralardan ilham alınarak yola devam edileceğini sanıyorum. Daha dişi bir dünya olacak ve biz daha dişi bir siyaset göreceğiz.

Bu içerik ilk olarak 10 Ocak 2021'de Karşı Mahalle’de yayımlandı.

--

--

Şeriban Alkış

Freelance journalist/video journalist, Sociology student at Marmara University